2 Kasım 2016 Çarşamba

ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ

ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ

gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım


ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım


akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felâketim olurdu ağlardım
                
                                                Attila İLHAN

22 Ekim 2016 Cumartesi

İnsanın Yaşama Amacı

İnsanın hayvandan pek farkı yoktur aslında. Aslında insanlar hayatta kalma içgüdüsüyle doğar. Ölüm korkusu vardır. Ve hayvanlar da öyle. Mesela hayvanlar aynı tür olanlarda dişi için mücadele vardır erkekler arasında. Evet insanlar da öyle. Bir kız için iki erkek arasında sorun çıkmasını görmek yolda 5 adıma bir sigara izmariti görmeniz kadar muhtemel bir şey. Peki biz ne için yaşarız? Zamanı nasıl kullanırız. Zamanı çok kötü kullandım ben. Bir gün birini sevmiştim. Ondan sonra herşeyden bıkmıştım. Herşeyden uzaklaşmıştım. Zihnim yavaş yavaş açılıyor şimdilerde. Hayatı dolu dolu yaşamak için kendimizi mutlu etmek zorundayız. Korku , heyecan ve çoğu duyguyu yaşamalıyız. Yaşamalıyız ki hayatta olduğumuzun farkına varalım. Ve bir gün gidersek bu dünyadan mutlu gidelim. Korkarak , bazı şeyleri yapmayarak, pişman olarak günlerinizi geçirmek istemiyorsanız eğer tabi. Yaşadığınızın farkına varın, bu dünyada daha insanoğlunun tanıyacağı çok şey var ve çok şey hakkında. Ama bizim bildiğimiz yüzde biri bile sayılmaz. İnsanın yaşama amacı nedir?

Biliriz. Tüm insanlar doğar. Hepimiz ilk başta doğduk. İlk önce büyüdük, elimizi sobaya dokunduk yandı, acı olduğunu bildik. Ders aldık ve dokunmadık.Yaşıyoruz. Çünkü hayatımızın bir anlamı olabilsin diye. Benim hayatımın anlamı yazı yazmaktır. Çünkü ben ölsem dahi bu yazı sonsuza dek bu sayfada kalacak. Kimine göre müziktir. Şarkı yapar, söyler , kaydeder. Kimine göre resimdir. Başkasına göre bilimdir. Türlü türlü şeyler söylebilirsiniz. İnsan büyür bir süre sonra sıkılır, sıkılır demeyelim de, hayvanlar gibi insanlar da eş arama duygusuna sahiptir. Ve belli bir yaştan sonra eş ararız. Çıkmak deniyor, flört deniyor, değişik şeyler de denildiğini duydum. Acıkıyoruz yemek yiyoruz. Susuyoruz su içiyoruz. Yaşama içgüdüsü bunlar.
Peki ya eş arama denilen olay, kısaca sevgi, aşk?
Bunlar da mı içgüdü?
Aslında hormonla alakalı biraz. Hayatımıza anlam katan şey sevgidir. Bir robotu sevemezsiniz. Onla çıkamazsınız, o size sevgi vermez. Çünkü insan kendi türünden birini arar. Bazı insanların sapkınlıkları var tabi. İstistanalar her zaman olur. İnsan sevgisini verebileceği birini arar. Aynı zamanda kendisinin sevileceği ortamı arar. Arkadaşlık arar. Dostluk. Bazen düşman bile arar. Çünkü bunlar bizim hayatımıza anlam katan şeylerdir. Tabi yaş ilerliyor. İnsan biraz cinsellik de arar. Peki bu noktada durduk, insan hala yaşamanın amacını ne sorusunun yanıtını buldu mu? Siz buldunuz mu? Kafanız mı karışık? Devam edelim o zaman.
Okul okur. Başarır veya başarmaz. Elinden geleni yapar kendini düşünürse, biraz da akıllıysa. Sonra seviyesine göre bir okula , bir üniversiteye gider. Yani üniversite demek meslek demektir. Ben de çok kararsızdım önceleri, okuduğum bölümü yazarken. Sonradan alışıyosunuz , seviyosunuz veya sevmiyosunuz. Tabi ki aile de biraz karışıyor. İnsanları tanıyosunuz, iyiyi kötüyü seçiyorsunuz. Değişik değişik gruplar var , hangisi hoşunuza gidiyorsa ona gidiyorsunuz. Hangisi mantıklı geliyorsa onu seçiyorsunuz. Sonradan üniversitede dolaşırken bir kız görüyorsunuz veya rastlıyorsunuz bir yerde, hoşunuza gidiyor , seviyorsunuz. Arkadaş oluyosunuz, söylüyosunuz sevdiğinizi. Oluyor ya da olmuyor; üzülüyorsunuz veya seviniyorsunuz;
Her ihtimal her insan, bu yüzden her insan farklı. Farklıyız. Neyse okul bitti. İşe felan girdiniz veya işsiz gezdiniz biraz. Kiminiz evlendi kiminiz evlenmedi. Geçim derdiniz oldu, bazısı da zengin oldu. Çocuğunuz oldu, veya kısır çıktınız. İşte bu olaylar duygularla birleşince hayatımıza anlam katıyor. Sonra yaşlandık emekli olduk felan. Hani biri çıkıp dese "erken yaşta ölmek de var yazar bey napıcaz?" diye, işte çok güzel bir noktaya değinmiş olur. zaman kavramını iyi kullanmak hayatı dolu dolu yaşamak ve ölsem de gam yemem artık dediğiniz olaylarla hayat daha bir anlam kazanır. Ama istisnalar her zaman olur. Ben bir ömrümü üzülerek geçirmek istemiyorum. Siz de geçirmeyin. Ömrünüz ne kadar kaldıysa tabi bilemiyorum. Ama her insanın yaşamı zaman ölçü birimi olarak bir ömürdür. Neyse yaşlandık, torun sevdik, kimimiz sevmedi, kimimiz sevemedi, hastalığı oldu şu oldu bu oldu derken, toprakaltı oluruz. Ve ne zaman öleceğimizi bilemeyiz. Ama hani yaşı çok yüksek biri varsa ve durumu kötüyse ona az çok bir şey söylerseniz. Hangi doktor hastasına "şu kadar gün şu kadar saat şu kadar saniye sonra öleceksin." diyebilir. Yaklaşık bir şey söyleyebilir. Ama gene bilemeyiz. Yarın sen ölürsün belki, belki öbürsü gün ölürsün, belki haftaya, bilemiyoruz. Bildiğimiz tek şey kendimize göre doğruları yapmak ve biraz cesaret ederek bize bahşedilen şu hayatı yaşamak. İyisiyle kötüsüyle.
Peki yazar bey, o kadar yazdın da yazdın lan, neymiş bu insanın yaşama amacı?
Aslında pek çok düşünür, pek çok ünlü yazardan, dolu dolu fikirler var. İnsanlar farklı olduğu için düşünceleri de farklıdır. Bu yüzden dinler, diller çoğu şey birbirinden ayrılmıştır. İnsan istediğini seçmekte özgürdür.
Bence yaşamanın amacı yaşama anlam katan, bizi biz yapan, varlığımızı koyduğumuz, insanlara iyi davranmamız veya kötü davranmamız, yani bizim amaçlarımızdır. Mesela örneğin biri çıkar der ki ben ailem için yaşıyorum. Kimi der karım ve çocuklarım için. Kimi çıkar der dünyadaki en ekonomik en iyi bilmem birşeyi yapmayı çalışıyorum. Kimi der şirketim için varım. Tabi gene insanların farklı olduğu, heryerde karşımıza çıkıyor.
Peki senin hayatına anlam katan nedir?

21 Ekim 2016 Cuma

Sonun ilki

Terketmeliydim onu, beni deli ediyordu. Kafam çorba gibi olmuştu. Ne düşüneceğimi , nasıl hareket edeceğimi bilemez olmuştum. Beni kontrol ediyordu. Bazı geceler gidiyordu. Ertesi gün kalktığımda beni kucaklıyor ve götürüyordu. Ne çok şey kaybettim onun yüzünden, elimde hiçbirşey kalmadı.
Tıpkı bir geminin alabora oluşu ve içindeki tüm herşeyin denize dökülmesi gibi. Toparlancak gibi bir şey değildi. Ben de biraz onu dinledim. İnandım böyle oluşuna. Beni mutlu etmiyordu. Zaten beni hiçbir şey mutlu edemezdi, o kadar fazla hüzün vardı ki, sadece normal duruma dönüyor, aynı günün gecesinde tekrar hüzünlü halime geri dönüyordum. Kimseyi takmazdı. Derken takardı da, sadece çevresindekileri. Gelen her bir insan onun hayatına biraz hüzün bırakarak gittiği için o da çevresinde hiçkimseyi istemiyordu. Ne gelmelerini istiyordu, ne de onla konuşmalarını. Konuşmayı sevmezdi ya, onun aksine yazmayı çok severdi. Bir gün onun gideceğinden çok korktum. Artık alışmıştım. Bütün mesele bu değil miydi aslında, alışmak?
Alışılmadık şeyler zor görünürdü insanın gözünde. Bu da benim korkularımdan biriydi. Alışılmadık birinin gelmesi. Yeni bir hayat isterdi her zaman ama zor olacağını gene biliyordu.
Korkmaya alışmıştı ilk önceleri, başı zonklamıştı bazı geceleri, sanki düğün varmış da çok fazla gürültü varmış gibi, sevmezdi zaten düğünleri. İnsanların mutlu olmasını sevmezdi. Yapmacık bulurdu. Akrabaların düğünlere gelmesini sevmezdi, herkes bu kadar borçtayken para takardı.
Amaaan banane ulan düğününüzden, gidin ötede sessizce düğün yapın.
Başı zonklamıştı. Gözleri şişmişti. Ağlamıştı. Ağlamaya da alışık değildi. O yüzden hayatına giren insanları suçlayıp durdu. Bir gün onunla yüz yüze geldim. Ona istediklerimi söyleyemedim. Söylesem de anlamazdı diğer insanlar gibi. Peki o insan mıydı? Hayır o bir insan değildi. Aslında cansızken canlı birşeydi. En sonunda kendimi öldürmüştüm bir şekilde işte hatırlamıyorum. Çünkü o benim diğer benim yanımdı. Ve ondan kurtalamayacağımı anladığım anda kendi hayatıma son verdim. Ve her zaman kazanan o bu sefer kaybetmişti, herşeyin bir ilki olduğu gibi, benim sonum onun bir ilki olmuştu.

19 Ekim 2016 Çarşamba

Ne biçim insanlardı bunlar? Neden benim gibi değildi?

Gün geçtikçe daha çok insan tanıyoruz kimimize iyi kimimize kötü geliyor. Ama şöyle bir şey var ki bana iyi gelen insana hiç rastlamadım. Belki de şanssızlığımdandır. Kime tanıştığım insanların garip hareketlerini anlattıysam, bir gariplik de o yapıyor. Ve çağımızda insanlarla mutlu olan değil de müzik dinleyerek, değişik aktiviteler yaparak ve bir işe kendini vererek mutlu olan insanlar gitgide artıyor. Neden mi? bakınız eskilerde sevgi çok saf ve temizdi. Aynı zamanda terbiye, disiplin v.s de öyleydi. Gitgide bozulmaya başladı. İnsanların yüzleri kızarmıyor artık. Bakınız biriyle tanışıyorsunuz ya, hani birden soğukluk giriyor araya anlamadan, birden aklınız almıyor neden bu kadar kısa sürede değiştiğini. Sonra eski mesajlara ya da anılarınıza dönüyosunuz, “Eskiden çok iyiydin ya niye böyle oldun? Tek bana karşı mı?” diyesiniz geliyor. Ama diyemiyosunuz. O insana kuracağınız cümleler boğazınızda takılıveriyor. Bu işte nedir bilir misiniz? Ne acıdır, bilir misiniz? Ama olmuşla ölmüşe çare yok derler. Ne kadar doğru acaba? Hiç düşündünüz mü? Artık size karşı soğuk olan birini kendinize bağlamak zordur, imkansızdır bazen. Tabi ki bunun sizi nasıl etkileyeceği o insana verdiğiniz değer ile doğru orantılıdır. Onu umursamanızla da doğru orantılıdır.
^^Tabi ki de her zaman garip insanlar çıkacak değil^^.(Umut arayışı)
^^Ama ben artık kimseden birşey beklemek istemiyorum çünkü seven insan elbet sizin için çabalar^^.(Hayattan beklentisi kalmamak)

İNSANIN DOĞASI


1) Umut arayışı başlar bir insanı tanıdığınızda en yüksek değeri o zamandır. Çünkü daha hiç hatası yoktur. Hiç alışılmadık bir şeydir. Alışılmadık olduğu için farklı gelir. İnsan tanımadığı şeyi merak eder. Önce merak başlar.
2) Davranışlarına , hobilerine , zevklerine bakıp kendine benzeyip benzemediği kontrol edilir. Onun davranışlarının ve düşüncelerinin ne kadar doğru olduğuna bakılır. Size farklı davranıp davranmadığı ölçülür. Farklıysa bu farkın neden kaynaklandığını düşünmeye başlarsınız.
3) Hatalarını gördükçe değeri azalır.
4) Ama seviyosanız eğer katlanırsınız.
5) Artık bıkmaya başlarsınız çünkü alışmışsınızdır, onu çözmüş ve tanımışsınızdır. Artık değişmeyeceğine inandığınız an biraz üzülürsünüz önce.
6) Sonra Soğursunuz çünkü artık başka çare kalmamıştır. Onun sizi umursamaması size zarar vermeye başlar bir süre sonra. Kırıldıkça siz de değişirsiniz.

7) Siz de onu umursamamaya karar verirsiniz. Bazen başaramazsınız ama eninde sonunda başarırsınız.

8) Kabullenme: Artık birinin size iyi geleceğini düşünmezsiniz. İnancınız kalmamıştır insanlar yönünde.

9) Yeni insan arayışı

10) 1. Maddeye geri dön
♻️ Bu bir döngüdür nihayetinde. Tabi ki yaşadığımız şeyler ve karşımıza çıkan olay veya başka şeyler bu döngüyü etkiler. Kararlarımızı ona göre veririz.

Dolaşırlar şimdi...

Ben salağın tekiyim. Sürekli hayal kurarım , ondan sonra onların tek tek olmayışını hayretle izlerim. Umudumun yok olması artık olası bir şey. Kurduğum hayaller ise olasılıksız. Ben zor biriyim. Fakat insanlar kolayı seçiyor. Belki de bundan yalnızlığım. Defalarca kırılan kalbime sorarım neden bu kadar hüzün? Ne bu öfke , kızgınlık?
Sanırım hissettiğimiz tüm duyguların nedeni yaşanmışlıklar başta olmak üzere, ailenin ahlakı, ailenin bize ittiği şeyler farkında olmadan. Gün geçtikçe değişiyoruz ama sürekli umutlanıyoruz. Ben bundan çok şikayetçiyim. Çünkü yaşamak için bir sebebimiz yok. Herşeyi kaybetmişken. Ama ölmek… o fazla kolay olurdu sanırım. Ölümden daha zor şeyler var. ‘Yaşamak’. Sadece yaşamak değil ama hüznünle ve acılarınla yaşamak. Büyüdüğüm bu şehirde artık uğruna savaşmaya değip de kazanıp kaybedilecek bir şey kalmadı. Hüzün mü? Karanlık mı?
Dolaşırlar şimdi kentin sokaklarında.

Bir anlık

3'e 5'i katmalı mıyım sence, yoksa 4-4 mü desem? Bilemedim. Ama en son hatırladığım 8-0 bile değildi. Eksilerdeydim. Eksilmişti bir yerim. Ondandır bu değişim. Ondandır boşver diyişim. Dışarı çıksam korkarım varlığından. Saklanacak köşe bucak ararım. Çünkü seni görüp yüzüm beyazlaşıztığında ve gözlerimden yaşlar aktığında bir anlık bile elaleme mahçup olmak istemediğimdendir. Hani eksiğim ya ben , eksilerdeyim ya, aynı zamanda da eskilerdeyim ben.

Sevmek ve sevilmek

Günümüze dahil kitaplardaki, filmlerdeki sevdalar, aşklar , her yaşanan ilişki yüzünden kendimiz olamadık. Ve bilmeliydik ki onların hepsinin sahte olduğunu, gerçek aşk yani “REAL LOVE” aslında doğru aşk demek yani tek olup sonsuz olan hani. Öyle bir şey yoktur arkadaşım. Kanmayın bunlara. İnanıp da hayal kırıklığı yaşamayın diye söylüyorum. Şayet ki ben hala inanıyorum ama sakın siz inanmayın. Bunu dibe batmadan yazmadan edemedim. Herşeyi yaptım , elimden geleni. Kendime de şaşırıyorum hani bir yandan. Ne ara böyle oldum ben? Böyle değildim . Eski ben değil , yeni ben desem diyemem çünkü bu bildiğin kör olmak. Dibe batıyorum gittikçe… Nedeni ‘çok sevmek’ aslında durun bu yanlış değil de eksik. ‘Çok sevmek ve bulunulan durum zamanında sevilmemek ve değerden, sevgiden eksik kalma, umursanmama, 2. Plan değil planların ilk 5'ine BİLE girememe’. Lütfen aldanmayın, en güzeli yalnızlık. Çünkü dibe batmak durumu sizin gururunuzu düşürür ve öfkelendirir. Kinci biri olursunuz. Tabi sadece dibe batmak dediğimiz durum sonrasında sadece kötü özellikler gelmez. Kin iyi birşeydir. Bol Bol kin güdün. Güçlü olmak . Güçlü olursunuz , bazen kendinizi zayıf hissetseniz de. Kendinize güvenin. Yeri gelecek zayıf hissedeceksiniz. O zaman işte o beslediğiniz kinler sizi ayakta tutmaya yardımcı olucak. Önemli olan parçaları tamamlamak. Neye ihtiyacınız olduğunu bilmek yani kendini tanımak. . 

17 Ekim 2016 Pazartesi

Düşünen bir hayvanız

Benim için insanlar yok. Benim için yazılar var. Doğru şeyleri yazan yazılar. İnsanlar anlamaz bilirim.
Bu yüzden daima bir yere birşeyler yazarım. İçimi dökerim.
İnsanların korkularını anlayabiliriz. Ben mesela karşımdaki insanın o an ne hissettiğini anlayabiliyorum. Bazı insanlarınkini anlayamasam da bazıları şak diye gözleriyle söylüyor. Gözlerine bakıyorum önce korkusuzca o an aklından ne geçtiğini az çok tahmin edebiliyosunuz.
Mesela şurda bankta oturan kız, sevdiği adamı düşünürken önünden geçen matematik hocasını görünce vizelerini düşünmeye başladı bir süre sonra aniden ailesinin nasıl dağıldığı aklına gelmişti.
Yere bakıyordu, hüznü dudaklarının şekil almasından anlaşılıyordu. Elleri tedirgin tarzdaydı, ayakları içe doğru yönelikti, gibisinden biraz analiz biraz da insan sarraflığı gerektiyor bu sanırım. Korkularını görebiliyosunuz, zaaflarını tahmin edebiliyosunuz. Ama tabi onlar göremiyor.
Çünkü zihinleri geniş değil. Düşünme yetileri yok. Hani var da az var yani. düşünme yetileri olmasa onların karına olurdu. Çünkü boş boş bakardı ben anlamazdım ne hissetiğini. Tabi ki benimki biraz üst düzey düşünme. Çoğu olayı analiz ederim ben.
Ama bazen öyle bir an gelir ki düşünemem. Bir gün arkadaşımla mesajlaşırken bir soru soruyor mesela napıyosun diye. Düşünüyorum , düşünmeye çalışıyorum naptığım aklıma geliyor verecek cevap bulamıyorum saçma birşeyler yazıyorum. Kendime gelmem zaman alıyor. Bu kendime fazla yüklendiğimden. Artık bir süre sonra hiç bir şey düşünmüyorsun bikaç dakika beynin duruyor.
İşte o an kendimi hayvan gibi hissediyorum.
İnsan düşünen bir hayvandır zaten bu her yerde geçer. Bir aslan bir ceylanı öldürüyor mesela,
bazı insanlar o kadar aciz ki korunmasız hayvanlara zarar veriyor, diyelim ki bir köpeğe durduk yere sebepsiz zarar veren bir adam, tabi köpek size saldırırsa bu başka bir konu ama zavallı korunmasız bir hayvana zarar vermek acizce. Konudan konuya atlıyoruz bu gece de yine hayırlısı bakalım. Sen git bir de onu aslana yap bakiyim o göt var mı sende, git denizde köpek balığına yap ona yaptığını o göt de yok hiçkimsede kusura bakmasın.
Bir de insanın, insanı öldürdüğü durumlar var. Bir hayvan hayvanı gerçek anlamda öldürüyor. İnsan da insanı öldürebilir bu da doğal geliyor artık bugünlerde. Ama bir de soyut anlamda bir insanı öldürmek vardır.
Bence en zalim cinayetlerden biri de bir insanın ruhunu öldürmektir. Yaşam zevki, duyguları herşeyini alır götürür. O insan keşke öldürse diye yalvarırken öldürmekten beter eder karşısındaki.
Senden yaşam zevkini alsak geriye ne kalır?
Bazen sorular soruyorum yazılarımdan ya böyle, biraz düşünün diye, çünkü yaşamı anlamaya çalışmak için bazı soruları kendimize sormamız ve bunları çözüp kısa yolu yazmamız lazım, klasik sınavlar gibi.

Kaç bin yıl yalnız yaşarsın?

Soyutlaşıyorum gitgide. Hayatımın bir döneminde öyle güçlüydüm ki, kimseye aldırış etmezdim. "Götün kalkık yavşak" diyesiniz gelirdi. Güçlüyüm derken hiçbirşey üzümezdi yani beni. Sonradan düşündüm. Biraz bazı şeyleri hissetmek gerek diye. Çünkü yaşıyoruz. Yaşamanın tadı duygularsa bazılarını hissetmek gerekir. 
Mutlu olmayı sevmem. Genellikle hüzünlüyümdür. Çünkü ben ne zaman mutlu biri olsam, aynı gece bi o kadar hüzünlenirim. Yani mutlaka kötü birşey olur. O yüzden mutlu olmayı reddediyorum. Mutluluğunuzu paylaşabilirim kendimle ama.
Yalnızlık başa vuruyordu. Ama napacaksın ki, başa gelen çekilir. Hayatım monotonlaştı. Hiç birşey zevk vermiyor. Beni hayatta tutan nedir diye düşünürüm bazen.
Harbi ya bizi hayatta tutan nedir?
Elbet bir gün mutlu olacağım diye beklemek de sıktı artık. İnsanlar sıktı yani. 
Beni bu hüzünlü, yalnız, kötü biri oluşumdan kurtaracak tek bir şey var: doğru sevgi.
Hiç sevilmedim. Yani konuşurlar bazen "yakışıklı adamsın lan" "mavi gözlüsün" felan diye ama bunlar hiç bi zaman etki etmedi bana. Ne düzgün biri oluşum ne mavi gözlü oluşum. Belki de şanssızlığım bunlar yüzündendir. 
Peki bizim beklediğimiz şey bizi bulana kadar biz ölürsek nolur?
İnsanlar der, çabala biraz. Ama ne zaman çabalasam üstelesem daha kötü oldu. O yüzden çabalamayın.
Şu problemin ortasında kaldım bir gün;
Yalnızım evet, ama benim konuştuğum kişi onla konuşurken mutlu ediyor. Fakat mesaj atmıyor önemsemiyor. Ona kovsam başımdan daha yalnız kalacağım, kovmazsam da takıntılarım yüzünden daha kötü olacağım ama bir yandan da mutlu oluyorum. 
Bu problemi çözebilmiş değilim. Her yönden düşünmek lazım. 
Belki de soru yanlıştır ya nerden bileyim.
Daha ne kadar yalnızlaşabiliriz ki? bir asır, iki asır...

İnsan delirir ve bu mümkündür.

İnsan bazen sinirlenir. Delirir. Bu mümkündür. İyi olmakla kötü olmak arasında gidip gelir.
Kendimizi tutabilir miyiz? Tutamayız. Delirdik çünkü. İnsan neyse o oluyor. Geçmişin getirdiği tecrübeler felan diyelim biz buna. Geçmişin yaşattıkları, insanın hissettikleri.
Şansa inanır mısınız?
Ben fazlasıyla inanıyorum. Çünkü her zaman şanssız biri olmuşumdur.
Karşıma hiç doğru insan çıkmadı şimdiye kadar. Başkalarına bakıyorum herkes gayet mutlu.
Ya da mutlu olduğunu sanıyorlar bilemiyorum.
Şanssız olduğumdan erken yaşta öleceğimi hissediyorum. Hissediyorum.
Hisler bazen yanılır. Bazen yanılmaz. Ama şanssızlık etkenini eklersek evet bana artık ölü diyebilirsiniz.
Türlü türlü insan var bu hayatta. Hiçbirine anlam veremedim hayatım boyunca.
Ben sürekli planlar yaparım. Yarın şöyle yapıcam bugün şu saatte yatıcam diye. Yani kafama takarım çoğu şeyi. Takıntılıyımdır. O yüzden çevremdeki herşeyi yok etmeye çalışırım. Dayanamıyorum diye.
Ve evet zaten şanssız biri olduğumdan çok yaklaşan olmaz, zaten yaklaşanları da kovarım yanımdan.
Çünkü insan delirir ve bu mümkündür.

16 Ekim 2016 Pazar

Öfkelenince neden bağırırız?

Öfkelenince neden bağırırız?
Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş. Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak
bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş.
Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”
“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”
Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”

Oysa bunca şey...

Oysa bunca şey koca bir yalandan ibaret, rüyalarım gibi
Güne uyandığım sabah gerçek olmadığına üzülüp, sabah sabah defalarca ağlamam gibi,
Ve herhangi birşeyi koruyabilirim, ancak bir tek kendimi kendimden koruyamam,
Ziyan edilmiş onca şey, tekrar tekrar ölmek gibi.

Kırılmış kalpler, hepsi bugün biraz hüzün gibi
Gerilmiş sinirler, boşa terkedilişler gibi
İçilmiş içkiler, sanki sevda uğruna ölünmüş gibi
Gırtlaklar patlatılmış, sanki içten haykırış gibi.


VE YANLIŞ KİŞİLER HEPSİ BİRER KABUS GİBİ

15 Ekim 2016 Cumartesi

Beni etkileyen Allan Poe The Raven şiiri ve Türkçe çevirisi

The Raven 

Once upon a midnight dreary, while I pondered, weak and weary,
Over many a quaint and curious volume of forgotten lore--
While I nodded, nearly napping, suddenly there came a tapping,
As of some one gently rapping, rapping at my chamber door.
"'Tis some visiter," I muttered, "tapping at my chamber door--
Only this and nothing more." 

Ah, distinctly I remember it was in the bleak December,
And each separate dying ember wrought its ghost upon the floor.
Eagerly I wished the morrow;--vainly I had sought to borrow
From my books surcease of sorrow--sorrow for the lost Lenore--
For the rare and radiant maiden whom the angels name Lenore--
Nameless here for evermore. 

And the silken sad uncertain rustling of each purple curtain
Thrilled me--filled me with fantastic terrors never felt before;
So that now, to still the beating of my heart, I stood repeating
"'Tis some visiter entreating entrance at my chamber door--
Some late visiter entreating entrance at my chamber door;
This it is and nothing more." 

Presently my soul grew stronger; hesitating then no longer,
"Sir," said I, "or Madam, truly your forgiveness I implore;
But the fact is I was napping, and so gently you came rapping,
And so faintly you came tapping, tapping at my chamber door,
That I scarce was sure I heard you"--here I opened wide the door--
Darkness there and nothing more. 

Deep into that darkness peering, long I stood there wondering, fearing,
Doubting, dreaming dreams no mortals ever dared to dream before;
But the silence was unbroken, and the stillness gave no token,
And the only word there spoken was the whispered word, "Lenore?"
This I whispered, and an echo murmured back the word, "Lenore!"--
Merely this and nothing more. 

Back into the chamber turning, all my sour within me burning,
Soon again I heard a tapping something louder than before.
"Surely," said I, "surely that is something at my window lattice;
Let me see, then, what thereat is and this mystery explore--
Let my heart be still a moment and this mystery explore;--
'Tis the wind and nothing more. 

Open here I flung the shutter, when, with many a flirt and flutter,
In there stepped a stately Raven of the saintly days of yore.
Not the least obeisance made he; not a minute stopped or stayed he,
But, with mien of lord or lady, perched above my chamber door--
Perched upon a bust of Pallas just above my chamber door--
Perched, and sat, and nothing more. 

Then the ebony bird beguiling my sad fancy into smiling,
By the grave and stern decorum of the countenance it wore,
"Though thy crest be shorn and shaven, thou," I said, "art sure no craven,
Ghastly grim and ancient Raven wandering from the Nightly shore--
Tell me what thy lordly name is on the Night's Plutonian shore!"
Quoth the Raven, "Nevermore." 

Much I marvelled this ungainly fowl to hear discourse so plainly,
Though its answer little meaning--little relevancy bore;
For we cannot help agreeing that no living human being
Ever yet was blessed with seeing bird above his chamber door--
Bird or beast upon the sculptured bust above his chamber door,
With such name as "Nevermore." 

But the Raven, sitting lonely on that placid bust, spoke only
That one word, as if its soul in that one word he did outpour
Nothing farther then he uttered; not a feather then he fluttered--
Till I scarcely more than muttered: "Other friends have flown before--
On the morrow he will leave me, as my Hopes have flown before."
Then the bird said "Nevermore." 

Startled at the stillness broken by reply so aptly spoken,
"Doubtless," said I, "what it utters is its only stock and store,
Caught from some unhappy master whom unmerciful Disaster
Followed fast and followed faster till his songs one burden bore--
Till the dirges of his Hope that melancholy burden bore
Of 'Never--nevermore.'" 

But the Raven still beguiling all my sad soul into smiling,
Straight I wheeled a cushioned seat in front of bird and bust and door;
Then, upon the velvet sinking, I betook myself to linking
Fancy unto fancy, thinking what this ominous bird of yore--
What this grim, ungainly, ghastly, gaunt, and ominous bird of yore
Meant in croaking "Nevermore." 

This I sat engaged in guessing, but no syllable expressing
To the fowl whose fiery eyes now burned into my bosom's core;
This and more I sat divining, with my head at ease reclining
On the cushion's velvet lining that the lamp-light gloated o'er,
But whose velvet violet lining with the lamp-light gloating o'er
She shall press, ah, nevermore! 

Then, methought, the air grew denser, perfumed from an unseen censer
Swung by Seraphim whose foot-falls tinkled on the tufted floor.
"Wretch," I cried, "thy God hath lent thee--by these angels he hath sent thee
Respite--respite and nepenthe from thy memories of Lenore!
Quaff, oh quaff this kind nepenthe and forget this lost Lenore!"
Quoth the Raven, "Nevermore." 

"Prophet!" said I, "thing of evil!--prophet still, if bird or devil!--
Whether Tempter sent, or whether tempest tossed thee here ashore,
Desolate, yet all undaunted, on this desert land enchanted--
On this home by Horror haunted--tell me truly, I implore--
Is there--is there balm in Gilead?--tell me--tell me, I implore!"
Quoth the Raven, "Nevermore." 

"Prophet!" said I, "thing of evil!--prophet still, if bird or devil!
By that Heaven that bends above us--by that God we both adore--
Tell this soul with sorrow laden if, within the distant Aidenn,
It shall clasp a sainted maiden whom the angels name Lenore--
Clasp a rare and radiant maiden whom the angels name Lenore."
Quoth the Raven, "Nevermore." 

"Be that our sign of parting, bird or fiend!" I shrieked, upstarting--
"Get thee back into the tempest and the Night's Plutonian shore!
Leave no black plume as a token of that lie thy soul has spoken!
Leave my loneliness unbroken!--quit the bust above my door!
Take thy beak from out my heart, and take thy form from off my door!"
Quoth the Raven, "Nevermore." 

And the Raven, never flitting, still is sitting, still is sitting
On the pallid bust of Pallas just above my chamber door;
And his eyes have all the seeming of a demon's that is dreaming
And the lamp-light o'er him streaming throws his shadows on the floor;
And my soul from out that shadow that lies floating on the floor
Shall be lifted--nevermore!

Çevirisi:

Kuzgun 

Evvel zaman önce ürkünç bir gecede, 

Eski kitaplardaki yitik hikmeti,

Düşünüyordum güçsüz ve bitkin.

Başım öne düşmüş, uyumak üzereyken,

Nazik vuruşlarla kapı çaldı birden.

“Bir misafir” dedim “çalıyor kapımı”

           “Bir misafir, başkası değil.”

Açık seçik hatırımda, bir Aralık günüydü,

Yerde bir hayalet gibi şöminenin ışığı.

Çaresiz sabahı istedim, kitaplardan diledim 

Istırabın bitişini – Lenore’u kaybetmenin ıstırabı.

Meleklerin Lenore dediği o bakire, nurlu ve eşsiz, 

Artık ebediyyen isimsiz.



İpeksi mor perdelerin süzgün hışırtısıyla,
Garip bir dehşet kapladı, hiç yaşamadığım.

Yineleyip durdum yatıştırmak için kalbimi,

“Odamın kapısında bekleyen kişi bir misafir,

Odamın kapısındaki gecikmiş bir misafir,

Başkası değil.”



Canlandım birdenbire, daha fazla beklemeden,

“Bayım” dedim “ya da bayan, affınızı diliyorum.

Gerçek şu ki uyukluyordum, usulca kapıya vurdunuz,

Usulca geldiniz, kapıma dokundunuz.

Emin olamadım işittiğimden.”

Sonra ardına kadar açtım kapıyı,

            Karanlıktı, sadece karanlık.



Merak ve endişeyle baktım karanlığa uzun uzun,

Hiçbir faninin cüret edemediği hayaller içinde.

Sessizlik bozulmadı, ne de bir işaret karanlıktan,

Orada tek kelime “Lenore” idi, fısıldadığım.

Ve karanlıktan yankılandı bir mırıltı: “Lenore,”

            Sadece bu, başka bir şey değil.


Ruhum alevler içinde döndüm odama,

Ardından yine bir tıkırtı, daha da şiddetli.

“Eminim” dedim “birşeyler var penceremde,

Gidip ne olduğuna bakayım, gizem çözülsün,

Kalbim sükun bulsun, bu gizem çözülsün.

            “Rüzgardır, başka bir şey değil.”  



Tam kepengi açacakken, kanat şakırtılarıyla

Heybetli bir kuzgun belirdi, kutsal günlerden kalma

Hiçbir şey söylemedi, ne bekledi ne durdu

Bir saygın kişi edasıyla, kapının üstüne tünedi, 

Oda kapımın üzerinde, bir Pallas büstüne tünedi, 

            Tünedi ve oturdu, sadece bu


Cezbederek, takındığı ağır ve şiddetli tavırlarıyla

Üzgün ruhumu gülümsetti, çehresi bu siyah kuşun

“Sorgucun kırpılmış olsa da” dedim “Değilsin namert,

Karanlık kıyılardan gelen, korkunç ve gaddar kuzgun.

Söyle nedir, cehennemi gecenin kıyılarındaki saygın ismin”

           Dedi kuzgun “Hiçbir zaman”



Şaştım bu hantal kuşun konuşmasına böyle açık,

Pek anlamlı, pek ilgili olmasa da söylediği;

Çünkü hiçbir şanslı insan yoktur, ki biliriz hepimiz

Oda kapısının üzerine tünemiş bir kuşla karşılaşsın

Kapının üstündeki büste tünemiş bir kuş ya da canavar,

          Adı “Hiçbir zaman” olsun

  

Tek bir söz söyledi o dingin büstteki kuzgun 

Taştı sanki bütün ruhu o tek kelimeden 

Ne bir söz ekledi, ne bir tüyü kımıldadı

Acıyla mırıldandım: “Diğerleri uçup gittiler,

Sabah o da terkedecek beni, umutlarım gibi”

          Dedi kuş “Hiçbir zaman”


İrkildim tam yerinde söylenen bu sözle,

“Şüphesiz” dedim “bu söz, tek sermayesi,

Üzgün bir sahipten miras, zalim belaların

Şarkıları tek bir nakarata düşünceye dek kovaladığı

Umutsuz ve hüzünlü bir ağıt gibi tekrarlanan

            “Asla---hiçbir zaman”



Kuzgun beni hala cezbedip gülümsetirken,

Yöneldim koltuğa, kapının, büstün ve kuşun önündeki

Gömülürken koltuğuma, düşünüyordum

Eski zamanlardan kalma bu uğursuz kuşun

Bu gaddar, hantal, korkunç, ve kasvetli kuşun 

Neydi kastettiği, derken “Hiçbir zaman”



Tahmin yürütmeye koyuldum, tek ses etmeden

Ateşli gözleriyle sinemi dağlayan kuşa

Devam ettim düşünmeye, uzatıp başımı

Lambanın aydınlattığı kadife yastığın üzerine

Lambanın gözlerini diktiği kadife ve mor yastık ki

            Ah, “hiçbir zaman” yaslanamayacak o!  



Sonra görünmez bir tütsünün kokusuyla ağırlaştı hava 

Yüce meleklerin ayak sesleri çınladı tüylü zeminde.

“Ey Sefil” diye haykırdım “Bir ferahlık verdi sana Tanrın”

Lenore’un hatıralarından kurtulasın diye bir ilaç,

İç bu iksiri kana kana ve sil Lenore’u aklından 

            Dedi kuzgun “Hiçbir zaman”



“Kahin” dedim “şeytani birşey! --kahin yine de, kuş ya da iblis”

Kışkırtıcı mıydı yoksa bir fırtına mı seni bu sahile atan

Kimsesiz ama gözüpek – bu afsunlu çöl toprağında

Bu perili evde—bana gerçeği söyle, yalvarıyorum

Var mı – günahların ilacı? Söyle bana–söyle, yalvarıyorum

            Dedi kuzgun  “Hiçbir zaman”


“Kahin” dedim “şeytani birşey! --kahin yine de, kuş ya da iblis”

Üstümüzde kıvrılan gökler ve yücelttiğimiz Tanrı adına

Söyle bu hüzünlü ruh, uzaktaki cennette, sarılabilecek mi

Meleklerin Lenore adını verdiği kutsal bir bakireye

Meleklerin Lenore dediği o eşsiz, nurlu bakireye

            Dedi kuzgun “Hiçbir zaman”



“Bu söz ayrılık imimiz olsun ey kuş, ya da iblis” 

“Dön artık fırtınaya, ve cehennemi kıyılara,

Söylediğin yalana nişan tek tüy bırakma. 

Yalnızlığıma dokunma, terket o büstü, 

Çek gaganı kalbimden, çek suretini kapımdan”

            Dedi kuzgun “Hiçbir zaman”



Uçmuyor kuzgun, oturuyor orada, hala orada

Oda kapımın üzerindeki o süzgün büstte

Rüya gören bir iblisin bakışı gözlerinde

Gölgesi akıyor zemine yüksekteki lambadan 

Ve bu gölgeden, yerde uzanmış yatan, 

Yükselecek mi ruhum? – “hiçbir  zaman”

Beni etkileyen A Poison Tree şiiri ve Türkçe çevirisi

A Poison Tree

Related Poem Content Details

I was angry with my friend; 
I told my wrath, my wrath did end. 
I was angry with my foe: 
I told it not, my wrath did grow. 

And I waterd it in fears, 
Night & morning with my tears: 
And I sunned it with smiles, 
And with soft deceitful wiles. 

And it grew both day and night. 
Till it bore an apple bright. 
And my foe beheld it shine, 
And he knew that it was mine. 

And into my garden stole, 
When the night had veild the pole; 
In the morning glad I see; 
My foe outstretched beneath the tree.

TÜRKÇE ÇEVİRİ


Zehir Ağacı 


Kızgındım arkadaşıma,kinliydim 
Söyledim ona kinimi,giderek söndü 
Kızgındım düşmanıma,kinliydim 
Söyleyemedim bir türlü,günlerce büyüdü. 

Onu korkularımla suladım 
Geceler boyu gözyaşlarımla 
Gülücüklerle onu aldattım 
Yumuşak,hileli oyunlarımla. 

Gittikçe büyüdü gündüz ve gece 
Saklanamaz oldu parlak bir elma gibi 
Düşmanım yakalandı onun menevişlerine 
Bile bile benden geldiğini. 

Ve sonuçta bahçeme çalmaya girdi 
Bir gece ki karanlığı dünyayı sarmış 
Sabah,baktım sevinçle gördüm 
Düşmanım ağacın dibinde uzanıp kalmış.